29 Aralık 2008 Pazartesi

eskiz defterimen sayfalar











Some pages from my sketchbook.
-----
Quelque pages de mon carnet de dessin.

11 Kasım 2008 Salı

Hommage a Moebius - Moebius'a Saygı





Üniversitenin son sınıfını üçüncü kez okurken bir ödev için yaptığım kitap tasarımında sayfa doldurmak için iki illüstrasyon yapmam gerekiyordu. Masanın başına oturdum ve hiç bir şey düşünmeden karalamaya başladım. Ortaya yukarıdaki iki çizim çıktı. O anki ruh halimi çok iyi gösteren bu illüstrasyonları hiç temize çekmeden olduğu gibi renklendirdim. Bunlar sadece benim kendi okulumla ilişkimi anlatmıyor, aynı zamanda Türkiye'deki bütün eğitim sistemiyle ilgili hissimi yansıtıyor.

---

While I was at senior class for the 3th time in the university, i had to draw two illustrations for filling some pages in a book design project. I begun to draw automaticly with an empty mind and I came up with these two drawings. I colored that sketches without straighten them beceause they were the pure expressions of my feelings at that time. The illustrations are not only representing my emotional relations with my school but they are also the reflections of my feelings about all education system in Turkey.

2 Eylül 2008 Salı

Köklere dönüş

Çizdiğim ilk çizgiromanlardan biri. Yaşım 9 ya da 10 tam emin değilim. İlkokulda derslerde sıkıldığımda çizim yaptığım bir defterim vardı, ordakilerden biri bu. Rakçı kişiliğim o günlere dayanıyormuş demek :)
---
Une de mes premieres BDs... J'avais 9 ou 10 ans. Comme d'habitude Je l'ai dessine pendant des cours ennuyeux en ecole primaire. Yeah Rock N' Roll :)
---
One of my first comics. I was 9 or 10 years old when I made it. As usual I made it during the boring lessons in the ementary school. Yeah Rock n' Roll! :)








3 Temmuz 2008 Perşembe

Bir Afişin Doğal Evrim Süreci


Ödev olarak Good50x70 adlı afiş yarışmasına katılmamız gerekiyordu. Herzamanki gibi son anda oturup bir saatte bu afişi yaptım ve başvurunun bitmesine on beş dakika kala yolladım.
---
Je devais participer au concours de l'affiche "Good50x70" pour un devoir de mon ecole d'art. Comme d'habitude j'ai commence au dernier moment et j'ai termine cette affiche en une heure. Je l'ai pu envoye 15 minutes avant la fin de l'inscription.
---
For my art school project I had to participate the poster contest "good50x70". As usual I made this poster in about 1 hour and sent it 15 minutes before the end of the participation time.







Ertesi gün, sakin kafayla afişi bir daha elden geçirdim ve bu resimdeki şekle ulaştım.
---
Le lendemain, j'ai repris l'affiche tranquillement et j'ai gagne cette image.
---
The next day I made some modifications and reached this image.







Sonra hocanın tavsiyeleri (emirleri) afişi bu resimdeki hale soktu.
---
Apres, les recommandations (ordres) de mon professeur a trensforme l'affiche a ça! (malediction)
---
And than the advices (orders) of my professor transformed the poster into this!







Neyse ki yarışmaya yolladığım ilk afiş dereceye girdi de hocanın sebep olduğu mavli afişi hiç yaşanmamış var sayıp yukarıdaki afişi ödev olarak teslim edebildim. (teşekkürler good50x70, dünyayı kurtaramayacak olsanız da benim ödevi kurtarmış odunuz.)
---
Heureusement la premiere affiche que j'avais envoye au concours est choisi pour l'exibition (y'a pas de prix, etre choisi pour l'exibition est le seul prix). Grace a ça j'ai pu resilier l'affiche bleue causee par le proffesseur et gagner l'affice qu'on voit au dessus. (merci good50x70, vous ne pourrez pas sauver le monde mais vouz avez sauve mon devoir.)
---
Hopefully the first poster that I sent to the contest has selected for the exibition. Through that, I could ignore the blue poster and create this one. (thank you good50x70, you won't save the world but you've just saved my poster)

1 Temmuz 2008 Salı

Kantinde Çay Beş Yüz Bin Olmuş!

Müziğin sesi o kadar kısık ki, yan odadan gelen horlama sesini bile bastıramıyor. Bilgisayarın klavyesini bile aydınlatmayan ışığın altından kaplumbağaların sesi geliyor. Tıkır tıkır kabuklar akvaryumun camına vuruyor, müzik onu bile bastıramayacak kadar kısık.

Şimdi uyusam beş saat sonra kalkmam lazım. Ama uyumak hiç kolay değil, öncesinde yapılacak çok iş var. Pis işler, ama birinin yapması lazım. Lavaboya kan tükürürken düşündüm; diş fırçalamak dünyanın en ağır işi. Sendikasını falan kurmak lazım, haftada en az bir gün tatil olmalı.

Yepyeni telefonun saati çalmadı ama onun çalmayacağını bildiğim için kurduğum, denize düşmek, barda unutulmak, bir yere yetişmek için hızlı hızlı yürürken cebimden düşüp, yere düşmeden adımıma çarpıp takla ata ata yuvarlanıp beton bahçe duvarına çarpmak dahil çeşitli badireler atlatmış on yıllık ilk cep telefonumun saati çaldı. “Ne varsa eskilerde var!” “Led-Zeppelin’den sonra iyi grup çıkmadı!” ve “Kahrolsun kapitalizm!” nidalarıyla yataktan çıktım.

Saat 9.30. Okulun resmi başlama saati. Şu an yola çıksam bir saat gecikeceğim. Ama önce lavaboya kan tükürmek falan gibi işlerim var. Şimdi yatsam öğleden sonra mı gitsem? Nasıl olsa ders sekiz saat. Ama kesin hoca erken kaçacak, öğleden sonra gelen öğrenci tüm gün yok sayılacak. Hiç mi gitmesem? İnsan vücudunu uyumak zorunda bırakan zihniyeti kınıyorum.

Uyku çekimi o kadar güçlüydü ki hemen bir şey yapmam gerekiyordu. Güne bir gazla başlamak için Gündoğdu marşını söylemeye karar verdim ama evdeki herkes uyuduğu için dışarı çıkıp aşağı indim. Soğuğu yiyince marşa gerek kalmadı. Hemen tekrar yukarı çıkıp cüzdanımı aldım, balkondan dışarı “seni yeneceğim İstanbul” deyip evden çıktım.

Ben bu okula girdiğimde kapıda kimlik sorulmazdı. İçerde okulun öğrencisi olmayan bir yığın insan olurdu. Kadıköy’ün barlarında çalan müzisyenler, öğrencilerin arkadaşları, sergileri merak eden başka gençler hep beraber kantinde oturur, sohbet eder, çay içer, bira içer, sergideki ödevlere bok atar, kısaca ideal üniversitenin sahip olması gereken özgür ve karşılıklı geliştirici ortama benzer birşey yaparlardı. Neyse ki artık “özel güvenlik” okulumuzu dış mihraklardan koruyor.

Ders öğlen bitti, Hoca “Haftaya görüşürüz” deyip çıktı. Kantine indim, akşam evde hazırladığım dilli sandviçin yanına bir de çay aldım. Kasadaki çocuğa elli kuruş verdim.
“Burdan bir çay.”
“Tamam abi.” dedi.
Çay beş yüz bin olmuş. O an aklıma Bruce Lee’nin şu lafı geldi:
“How can I express my-self as a human being?”
Grafik tasarımla olmayacağı kesindi.

Seyhan Argun 26.02.2008

30 Haziran 2008 Pazartesi

Fidel'in anısına

SADIK ABİ EMEKLİ OLMUŞ:

Sadık Abi emekli olmuş! Haberi duyunca anlatılmaz bir his kapladı içimi. Hepimiz çok üzüldük. Aramızdan ağlayanlar oldu. Tamam Sadık Abi iyice yaşlanmıştı ama bir gün emekli olacağına pek ihtimal vermezdik. Ama işte haber doğruydu, Sadık Abi emekli olmuş...
Niye bu kadar üzüldüğümüzü anlamıyorsanız bi de bizden dinlemeniz lazım ihtiyar delikanlı, adı üstünde Sadık Abi’yi.
Bütün dünyaya kafa tutabilecek bi adam var mı derseniz Sadık Abi’yi gösteririm. Attı mı mangalda kül bırakmayan, cesaretiyle, delikanlılığıyla övünen çok adam vardır. “Allah’tan başka kimseden korkmam” derler. Ama aslında hepsi tırsak heriflerdir. Bunların aksine Sadık Abi hiç bir zaman kendini Allah’la karşılaştırmaz, ama Allah da dahil kimseden korkmaz. En baba kabadayıların, diktatörlerin, katillerin karşısında durur, onlara diklenir, “Allah mısınız lan?” der.
Bunları derken eli ayağı durmaz, gözlerini sıkıp kafasını arkaya atarak bağırır, sonra bir anda durulup karizmatik bakışlar atar. Önündeki mikrofonları falan eller. Tam bitti heralde derken çok sakin, ağır ağır devam eder konuşmaya. Evet, delidir biraz. O kadar ciddi işler yapar ama ta ilk gençliğinden bu güne hep bi fırlamalık vardır bakışlarında.
Bütün o yaptığı işleri yapabilmek için aslında deli olmak gerekir. O kadar ciddi, o kadar tehlikelidir ki o işler, akıllı adam tırsar yapamaz. Ama aklı başında delidir Sadık Abi. Sadece kendi mahallesini değil, arkadaşlarını, ailesini değil bütün dünyayı kurtarmak ister, ama kendi mahallesini düzeltmeden dünyaya el atılmayacağını bilir.
Çok üstüne gelirler Sadık Abi’nin, baya baya saldıranı, taş atanı çok olur. Derler ki: “Sadık despot! Sadık hain! Sadık kötü!” “Sadık sizin ağzınıza sıçıyo!” derler. Derler ama bunu diyenler hep it heriflerdir. Gaspçısı var, katili var, tecavüzcüsü var... Hep bunlar saldırır Sadık Abi’ye. Bi de bunların süslü kıyafetlerine, şık arabalarına bakıp bunları adam sanan; bunların peşinden ayrılmazlarsa onlar gibi olacaklarını sanan sokak itleri ve aptallar vardır. Onlar da çok havlarlar.
Ama biz biliriz Sadık Abi’nin değerini. O istese öbür pezevenklerin kıyafetlerinin kat kat kalitelisini alır, krallar gibi yaşar, altın klozete bile sıçardı. Ama O, parayı öyle şeylere harcamaz. Bir kıyafeti vardır, yıllardır bi tek onu giyer. Bunların yerine bizim çocukları okutur. İlkokul birden üniversite bitinceye kadar, hatta yüksek lisans, doktora, gittiği yere kadar bir kuruş ödemeyiz biz. Defterden kaleme, kıyafetten okul harcına herşeyi Sadık Abi karşılar. Hem de ne okullar, dünyanın en iyi eğitimini alır bizim çocuklar bedavaya.
Sonra işsizlik problemimiz de pek olmaz bizim. Kendimiz iş aramayız, Sadık Abi iş arar bizim yerimize. “Tabi oğlum, bizim görevimiz” der. İş bulana kadar da para verir bize her ay. Çok değil ama yaşamaya yeter. Sadık Abi’nin bulduğu işe gitmek zorunda da değiliz. “Beğenmedin mi işi? Tamam” der. Başka bir iş arar, o arada işsizlik parasını vermeye devam eder. Mesela bana beş tane iş buldu, hiç birini beğenmedim. Altıncıyı da beğenmeyince “Biz senin eğitiminde bir eksik yapmışız, sen üniversiteye git” dedi. Üniversiteye yolladı beni. Tabi tek kuruş vermedim yine. Sadık Abi sağolsun.
Hasta falan olursak dünyanın en iyi hastanelerine, en baba doktorlarına gideriz. Dünyanın en iyi sağlık hizmetini bedava alırız Sadık Abi sayesinde. Hem de hepimiz...
Ama yine de o taş atanlar, saldıranlar durmazlar. Sadık Abi sekseni devirdi, hala uğraşırlar. Sekseni devirdi dediysek o hala dimdik durur karşılarında. O fırlama gözlerinden artık yorgunluk akar ama o hala dimdik durur, diklenir. Bütün o itler, pezevenkler de tırsar hala, çünkü bilirler, Sadık Abi hepsini dağıtır gerekirse. Ayrıca yalnız da değildir, biz varız Sadık Abi’nin arkasında. İcabında dünyayı ters çeviririz Sadık Abi için.
Ama işte duyduk ki sonunda emekli olmuş Sadık Abi. O yorgunluk akan gözlerini sonunda dinlendirebilecek biraz. Bu arada aman ha yanlış anlaşılmasın, Sadık Abi yorgunluktan, bıkkınlıktan emekli olmadı! Yorgunluğa, kör dövüşüne, bütün dünyaya diklenmeye gençlikte dayanmak, bütün gençliğini hatta ömrünü böyle geçirmek, bunlara yaşlılıkta dayanmaktan daha zordur. Sadık Abi emeki oldu ama yine kendi için değil, dinlenmek için değil, yaşlılığın tadını çıkarmak için değil, bizim için emekli oldu. Artık işini eskisi kadar iyi yapamadığı için, o son ameliyattan sonra toparlayamadığı sağlığı, onunki gibi bir ömüre nasıl dayandığı bilinmeyen adı gibi sadık vücudu artık işlerini aksattığı için emekli oldu.
Emekli oldu ama biz hala burdayız! Sırf Sadık Abi’nin yanında olduğumuz için O’nunla beraber bize de saldıranlar zannediyorlar ki, Sadık Abi’den sonra her şey bitecek. Ama gözleri boşuna parlıyor çünkü tıpkı babası öldüğü için aniden hayata atılmak zorunda kalan yeni yetmeler gibi, tüm ciddiyetimizle, can havliyle ve çelik gibi sert tavrımızla Sadık Abi’nin bayrağını biz devraldık! Her birimiz birer Sadık Abi olmak zorundayız artık, ve O’nun yokluğunda O’na saldırmak isteyenler karşılarında binlerce Sadık Abi görecekler bundan sonra.