13 Ağustos 2009 Perşembe

Yumruk Havaya

Orta boy bir konferans salonunu tamamen dolduran kalabalık sahnedeki kürsüden konuşan genç adamı dinliyordu. En az konuşan genç kadar heyecanlıydılar, onun her lafına çok güçlü tepkiler veriyor adeta tek bir vücut gibi davranıyorlardı.
Konuşmacı genç bağırdı:
“Bıçak kemiğe dayandı! Daha fazla sessiz kalamayız! Sesimizi yükseltmenin, kavgamızı herkese anlatmanın, mücadelemizi sokaklara taşımanın vakti geldi!”
Kalabalıkta adeta bir patlama oldu! Herkes ayağa kalktı, alkış ve sloganlar salonu inletti.
Genç adam aynı sertlikte devam etti:
“Sessizlerin sesi olmalıyız! Kendini yalnız veya azınlık sanan, bu yüzden köşesine sinmiş insanlara yalnız olmadıklarını, gerçek çoğunluğun kendimiz olduğunu göstermemiz lazım!”
Salonda inanılmaz bir çoşku patlaması oldu, yumruklar havaya kaldırıldı, alkışlayanlar ellerini kırmak istercesine güçlü el çırptılar.
“Sessizlerin sesi olurken aynı zamanda sömürüldüğünün farkında olmayanları da bilinçlendireceğiz! Gözlerinin önündeki perde kalkınca mücadelemize katılacaklar!”
Çoşku gittikçe artıyordu, “Tek yol devrim!” sloganı duvarları inletiyordu.
“Tepedekilerin dayattığı faşist sistem bize düşman! O sistemin sonu geldi! Yıkacağız! Bu sistemin herşeyini reddediyoruz! Sivil itaatsizliğe çağırıyorum!”
Bu son cümle gerçek bir patlama yarattı. “Kahrolsun kapitalizm!” “Tek yol devrim!” “Faşizme karşı omuz omuza!” diye bağıranlar aynı zamanda yumruklarını uzatabildikleri kadar yukarı kaldırıyor adeta sesleriyle duvarları, yumruklarıyla göğü delmek istiyorlardı.
“Onların sisteminde devrim yok! Devrim bize dayatılan sistemin içinden gelmeyecek! Aşağıdan gelecek! Halkın isyanını, öfkesini görecekler! Sivil itaatsizlik!”
Herkes bağırdı: “Sivil itaatsizlik!”
“Sivil İtaatsizlik! Bütün dünyada! Küresel devrim başladı! Dünya çapında sivil itaatsizlik ve sokaklara taşınan mücadelemiz...”
Dinleyicilerin coşkusu, genç konuşmacının sözlerine ara vermesine sebep oldu. Konuşmacı böyle büyük bir devrimci coşkuyla karşılaştığı için çok heyecanlandı ve duygulandı.
İnsanlar bağırıyordu: “Sivil itaatsizlik! Sivil İtaatsizlik!” “Yeter çektiğimiz çile!”
“ Kahrolsun kapitalizm!”
“Yaşasın devrim! Tek yol devrim!”
“Sivil itaatsizlik!”
Öyle büyük bir patlama yaşıyorlardı ki sistem veya o an bulundukları odanın dört duvarı bir yana kendi bedenleri bile dar geliyordu. O salondaki devrimci enerji ve öfke bütün dünyayı sarsmaya yeterdi. Devrim için ölmeye, hapse düşmeye, işkence görmeye, akla gelen her şeye katlanmaya hazırlardı. Kitlenin gücüne inanmışlardı.
Aniden sert bir şekilde kapı açıldı. İçeriye dört tane polis girdi. Doğruca sehneye yürüdüler ve genç konuşmacıyı yaka paça sahneden indirmeye çalıştılar. İçeridekiler susmuş, olayı izliyorlardı. Konuşmacı genç önce direnmeyi denedi fakat sonunda polislerle beraber salondan çıkmak zorunda kaldı.
Salona derin bir sessizlik çöktü. Kimse kıpırdamıyor, yanındakiyle göz göze gelmek bir yana, orada bulunanlardan herhangi birine varlıklarını farkettirecek en ufak bir hareketi yapmaktan bile çekiniyorlar, heykel gibi çakılı bekliyorlardı.
Derken konuşmacıyı götüren polislerden ikisi tekrar salona girdi. Uzun boylu olan:
“Dağılın lan!” diye bağırdı.
İşte o an müthiş bir sivil itaatsizlik patlaması oldu! İnsanlar polisin komutu üzerine hızla dağılacaklarına yavaş yavaş, sessizce salonu terkettiler.

29 Haziran 2009 Pazartesi

2 yıl önceydi...

Yolculuk uzun sürmüştü. Normalde İstanbul İzmit arası bir saat civarı sürer. Biz yarım saat daha önce kalkan otobüse binmek için yakın bir arkadaşımızla aynı ismi taşıyan otobüs şirketinden bilet aldık. Otobüs yolda bozuldu ve İzmit’e bir buçuk saat gecikmeli vardık. Bu duruma en çok İzmit’te okuyan ve bizi ordaki öğrenci evine davet etmiş olan arkadaşımız bozuldu, çünkü o şirkete güvenmediğini defalarca belirtmişti.
Beş kişi yaşadıkları üç oda bir salon ev yarı yıl tatili nedeniyle iki haftadır boştu. Normalde bir hafta daha boş kalacaktı fakat akademik kariyer peşinde koşan beş yıllık üçüncü sınıf öğrencisi arkadaşımız, hocasıyla yazın arazide topladıkları taşların analiz edilmek üzere İsviçre’deki laboratuara gönderilecek hale getirilmesi için İzmit’teki laboratuarda parçalanmasına yardım etmek amacıyla tatilini erken kesmek zorunda kalmıştı.
Ben, bizi yolda bırakan otobüs şirketiyle aynı ismi taşıyan arkadaşımız ve ev sahibi arkadaşımız iki haftadır kimsenin uğramadığı eve girdiğimiz anda yüzümüze keskin bir esrar kokusu çarptı. Hemen durumun komikliğiyle ilgili bir iki espri yaptıktan sonra ayakkabılarımızı kapı önünde çıkartıp, benim ailemle yaşadığım evden daha temiz ve toplu olan salona geçitik. Laptop ve televizyon açıldı, yol üstündeki marketten aldığımız tavuk, makarna ve rakı buz dolabına kondu.
Salonun bir duvarında Atatürk’ün sonradan renklendirilmiş kalpaklı bir fotoğrafı asılıydı. Karşı duvarda ise büyük ihtimalle Akmar Pasajından alınmış olan, Küba bayrağı üzerinde kontrastı 100 yapılmış siyah beyaz Che Guevara sureti altında ‘Revolucion’ yazan klasik öğrenci evi posteri vardı. Tabi Atatürk’ün resmi daha yukarı asılmıştı, ayrıca çerçeveli ve camlıydı. Che Guevara posterinde ise, Küba bayrağındaki yıldızın tam üzerine, nerden bulduklarını anlamadığım aynı boyda plastik bir fosforlu yıldız yapıştırılmıştı. O akşam salondaki kanapede yattığım için ışık söndürülünce dikkat ettim, fosforlu yıldız karanlıkta parlamadı. Bunun üzerine yıldızı yapıştıranın oportünist olduğu sonucuna vardım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Sabah uyandığımda sarışın, mavi gözlü genç ve güzel bir kız sevimli bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Ev sahibi öbür kanapede hala uyuyordu. Büyük bir mutlulukla doğruldum. Akşam yatarken başucuma koyduğum, cnbc-e dergiden çıkmış masa takviminin mart ayını süsleyen bu kızın fotoğrafının güne başlarken bu kadar iyi bir etki yapacağını hiç tahmin etmemiştim. Bir an takvimi yan kanapede uyuyan arkadaşımın baş ucuna koymayı düşündüm ama sonra bir önceki gece yatarken laptopa bir porno film koyup o sesler eşliğinde uykuya dalmama izin vermediğini hatırlayıp vaz geçtim.

22 Haziran 2009 Pazartesi

http://www.allianoi.org/turkish



2007 yılında kız arkadaşım Boğaziçi Tarih bölümünde okurken baraj suları altında kalmak üzere olan Allianoi Antik Kenti'nin kurtarma kazısı başkanı Ahmet Yaraş'ın katılacağı bir konferans düzenlemişti. Tarih bölümü olan bir üniversitenin içindeki saçma bürokrasi ve Tarih Kulübü gibi hiç bi hükmü olmayan bir öğrenci kulübü içindeki iktidar çekişmelerinin üç kez tarih değişimine sebep olması dolayısıyla konferansın iptal olması niye antik kentlerimizin düzenli olarak baraj göllerine gömülmesine engel olamadığımızı daha iyi anlamamı sağladı.

Yukarıdaki benim bu konferans için yaptığım ve boğaziçi kampüslerini bir süre amaçsızca süslemiş olan afiş... (hani iptal oldu ya o yüzden...)

---

C'etait une affiche que J'ai fait en 2007 pour une conference organisee par ma copine au sujet de Allianoi, une cite antique qui coule sous un lac de barrage.

---

translation in english coming soon...

http://www.allianoi.org/english
the useful links of the site are just under the logo but it's hard to see them...

18 Haziran 2009 Perşembe

14.06.09



Ernesto Guevara de la Serna (dit El Che) a 81 ans maintenant.
---
Ernesto Guevara de la Serna (a.k.a El Che) is 81 years old now.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Pazartesi Sendromu



lundi syndrome
---
monday syndrome