4 Ocak 2010 Pazartesi

Lodos aslında kötü bir şey değil.

Elektrikler kesilince önce bir mum yaktı. Biraz dolandı, sonra mumu söndürüp camın kenarındaki yatağa uzandı. Lodosun sesini dinledi. Gecenin karanlığına gözü alışınca aslında muma hiç gerek olmadığını farketti.

Bulutlar bütün gökyüzünü kaplamış, fırtınanın etkisiyle ürkütücü şekillere girmişti. Bu kocaman kütlelerin rüzgarın etkisiyle bu kadar hızlı hareket etmelerine şaşırdı.Arada bir uzaklara bir yerlere, muhtemelen denizin ortasına yıldırım düşüyordu. Işığı çok zayıf olmakla beraber sesi hiç gelmiyordu. Belki de çok az duyulacak sesi lodosun gürültüsüne karışıyordu.Bütün bu fırtınaya rağmen uçmaya çalışan bir martıyı farketti. Sonra ikincisini gördü. "Niye bu fırtınada uçmaya çalışıyorlar? Dertleri ne?" Derken martıların iki tane değil bir sürü olduğunu farketti. Onları görebilmek için karanlığıa uzun süre odaklanmak gerekiyordu. Bir süre sonra bunlar hakikaten martı mı yoksa uçan küçük ışık topları mı emin olamamaya başladı. Gerek bu noktaların hareketleri, gerekse takip ederken birden bire kaybolmaları aklına küçüklüğündeki ufo merakını getirdi. Artık ufolara hiç inanmasa da her zaman bir ufo karşılaşması yaşamayı ümit etmişti. "O yıllardan kalan bir gençlik hayali" diye düşündü. Cam kenarındaki dürbünü aldı, ışık toplarına baktı ve hayal meyal hareketlerinden martı olduklarına emin oldu. Gerek karanlık, gerek dürbünün o mesafedeki o kadar küçük nesneleri tam odaklayamaması, gerek de gözlerinin uzağı iyi görmemesi martıları yarı şeffaf ve her an buhara dönüşüp dağılacakmış gibi şekil değiştiren soyut varlıklar olarak görmesine neden oldu. Yine de arada bir kanatları ya da en azından kanat hareketleri seçilebiliyordu.

Yatağa uzandı, biraz gökyüzünü seyretti. Bulutların heybetine ve rüzgarın gücüne bir kez daha hayran oldu. Yavaşça gözleri kapandı. Çok yakından uçan bir uçak sesiyle gözlerini açtı. Anında pencereden oluşan kadraja gerçekten çok alçaktan uçan bir uçak girdi. Gece ışıkları yanarak uçan bir uçağı ilk kez o kadar yakından görüyordu. Bir an uçağın içindekileri hayal etti. Onlara baktığını ve etkilendiğini hiç bir zaman bilemeyeceklerdi.

Tekrar yatağa uzandı, gözlerini kapadı, tatlı bir uyku hissiyle düşüncelere daldı. Kendiyle sohbet ediyordu. Sonra aklına eski sevgilisi geldi. Üzüldü, özledi, biraz sinirlendi. Dibine kadar bunu düşünmeye karar verdi. Gerçekte bu üçünden hangisini hissettiğini bulmaya ve onu dibine kadar yaşamaya karar verdi. Bir süre sonra tekrar başka düşüncelere geçmiş olduğunu farketti. Günlük olaylardan planlarına, felsefi tartışmalardan kalp sağlığıyla ilgili şüphelerine, her şey gelip geçiyordu. Birden gözlerini açtı. Boş bir tavan, korniş, pencere ve sonra tarif edilmez soluk koyu mavi-gri renklerde gece fırtınalı gökyüzü.

Aslında ne kadar yalnız olduğunu anladı. Bir saattir tek başına olduğunu, bütün yaşadıklarının, bütün düşündüklerinin, aklına gelen insanların ve o sohbetlerin sadece kendi kafasında olduğunu farketti.

Döndü, yüzükoyun yattı. Gözlerini sıkıca kapattı ve uykuya dalıp aydınlıkta uyanmaktan başka hiçbir şey istemedi.

Hiç yorum yok: